28 Nisan 2011 Perşembe

İSTANBUL VE SOĞUK

Boğaz ve Haliç karlar altında, eşsiz bir manzara (Beşiktaş)


Bundan 55 yıl önce İstanbul Boğazı’nın iki yakasında bulunan Poyrazköy-Rumeli Kavağı arasında denizin üstünden yürümek mümkün olmuştu. Hayır, bu hikaye Hz. Musa ve Kızıldeniz macerasının 20’nci yüzyıl versiyonu değil. 24 Şubat 1954’te İstanbul Boğazı’nın sularına bakanlar - 2001 yılında sıkça gördükleri gibi - parlayan güneşin yansımasını değil, buz parçaları ve minyatür buzdağları gördü. Çünkü Tuna’dan Karadeniz’e akan büyük buz blokları uzun seyahatlerine Boğaz’dan devam etmeyi uygun görmüşlerdi. Büyükdere, Çengelköy ve Kanlıca kıyıları koyları buzla doldu. Ortaköy önleri de öyle. Ve gerçekten de Poyrazköy ve
Rumeli Kavağı arasında yürüyerek karşıdan karşıya geçenler oldu. Vapur seferleri iptal edildi. Buz akımı da marta kadar sürdü.



Buz üstünde fotoğraf


55 yıl önce 24 Şubat 1954'te insanlar bambaşka bir İstanbulda uyandılar. O yıllarda aşşağı yukarı her sene, şehir günlerce karlar altında kalır hayat ise adeta dururdu, gün yine çocukların günü oldu.Fakat Tuna Nehri'nden koparak Karadeniz'e ulaşan ve İstanbul Boğazı'na kadar inen buz parçaları deniz yoğun kar yağışıyla birleşince Boğaz adeta Antartikayı andırır bir hal aldı, artık Boğazın üstünde yürümek, hatta elle balık toplamak mümkündü. Televizyon yoktu o zamanlar TRT ise günün belirli saatleri sadece haberleri sunardı, 16 saatlik yayına geçmesi ise 1964 yılını bulacaktı.Radyolar açılır haber sunulurmu diye beklenir bir anons gelir ve mecbur kalınmadıkça dışarı çıkılmaması istenir, çetin kış şartlarının devam edeceği belirtilmişdi, 1954 senesinde bu zamanlarda İstanbulda hayat neredeyse durmuştu.

O seneler batı müziğinden yeni haberdar olan gençlik için şarkılar ne kadar orjinaline benzerse o kadar değerliydi, fotograf makinası ise çok değerli, fotografçılık bir sanat olarak adledilirdi.İstanbula göçte ilk bu tarihlerde başladı,bu tarihlerde İstanbulun boğazına el sürülmemiş, denizleri kirlenmemişti, bir başkaydı herşey o tarihlerde İstanbulda.İstanbulun çocukları Haliçte, Menekşede, Floryada aklınıza gelebilecek neredeyse tüm plajlarda denize girerlerdi ama en popüleri Menekşe sahilydi, Moda ise plajı çay bahçeleri Gazinolarıyla Anadolu yakasının incisiydi...


1950 li yıllar Menekşe Plajı - Yüzen Çocuklar

Nostaljiyi bir kenara bırakıp tekrar 24 şubat 1954 e geri dönelim. Eksi 6 dereceye kadar düşen sıcaklık İstanbul'da yaşamı etkilerken; Tuna Nehri'nden koparak Karadeniz üzerinden Boğaz'a ve limana ulaşan buz kütleleri yüzünden 24 Şubat 1954 gecesi vapur seferleride iptal edilmişti.

O günkü gazete haberlerine göre, Boğaz'dan Karadeniz'e çıkmak üzere olan bir Sovyet gemisi, buzlar arasında kaldı ve yardım girişimleri de sonuç vermedi.Ve bu gemi Boğazın derin sularındaki onlarca batıktan biri olarak tarihede ismini yazdırdı.

İstanbul'da kara kışın yol açtığı benzeri bir olay 1929 yılının mart ayı başında da yaşanmıştı. Yine buz kütleleriyle dolan Boğaz'da vapurlar çalışamamıştı ve Haliç donmuştu, kışlar şimdiki gibi değil çetin ve zorluydu...



1954 Şubat ayında meraklılar buz üstünde yürümüş, hatta kimileri sandallara atlayıp bu buz kütlelerinin yanına gitmiş, yanlarında getirdikleri bayrakları dikerek fotoğraf çektirmişlerdi. Bu olayın en önemli yanı ise, bu tarihten sonra böyle bir tecrübenin yaşanmamış olmasıdır.
Küresel ısınma değişen ekolojik denge, bu kışta İstanbul’da sıcaklık hep mevsim normallerinin üzerinde seyretti. Gazetelerde üç günde bir çıkan "Müthiş soğuk geliyor, kar her yeri vuracak" haberleri malesef hep ıska geçti. Doğal gaz almış başını gitmişken olmasın varsı o kadar soğuk deyip birde İstanbulun tarihi kışlarına bakalım...


• 401 yılında, Bizans İmparatoru Arkadius zamanındaki donma 20 gün sürmüş. 739 yılında bir kez daha... 755’teki kışta ise Karadeniz kıyılarının, bütün Haliç’in, hatta Marmara’nın kuzey kesiminin baştan sona buzlarla kaplandığına dair belgeler var.
• 763 kışında Haliç’in çevresindeki kıyılar 100 adım mesafeye kadar donmuş. Hem de yer yer 30 metre derinliğe kadar. Karadeniz’deki buzlar çözülürken, kütleler kenetlenince Boğaziçi ve Haliç tıkanmış. Dönemin metinlerinde, insanların ve hayvanların Üsküdar’dan Galata’ya yürüdükleri yazıyor.
• Tam 100 yıl sonra bu hadise yeniden gerçekleşmiş. Sonra 928’de bir daha. Üstelik buzların erimesi dört ay sürmüş. Ardından 934’te bir daha... 1232’de bir daha...
• İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesine girdikten sonraki ilk büyük don olayı 9 Şubat 1621’de gerçekleşmiş. Yine Boğaziçi ve Haliç donmuş. İnsanlar çoluk çocuk, yaşlı genç demeden Üsküdar’dan Galata’ya yürümüşler; buzların arasında sıkışıp kalan kayıkların arasından geçerek.
• 1823’te, II. Mahmud padişahken yaşanan dondurucu soğuklarda sadece Haliç değil, şehrin çeşmeleri de donunca halk susuz kalmış.
• 1878 yılında aynı olay yaşandığında, Osmanlılar, Plevne’de Ruslar’la savaş halindeymiş. Rumeli’yi kırıp geçiren soğuklar nedeniyle Sultan II. Abdülhamid orduya yardım gönderememiş.
• Günümüzde hayatta olanların anımsayabilecekleri en şiddetli kış 1929 kışıdır. Önce, şubat ayında Haliç dondu. Ardından 1 Mart’ta Karadeniz’den Boğaz’a giren büyük buz kütleleri limanın ağzına yığıldı, şehir hattı vapurları çalışamadı. Sadece Galata Köprüsü-Harem seferleri yapılabildi. Köprü ile Kadıköy arasındaki seferler de aksadı. Buzların üzerinde bulunan, Macar katanalarına ait nal izleri, bu buzların Tuna’dan geldiklerini gösteriyordu.

Çocukların hokkalarındaki mürekkeplerin bile donduğu, kümeslerde yaşayan tavukların
kaskatı kesilerek buzdan heykele döndüğü o günleri yaşayanlar, ağaçlarda donarak dallardan düşecek kuşları kapmak için ağızları açık, ağacın altında bekleyen uyanık sokak kedilerini anlatırlar.


İstanbul’un tarihi, ‘denizin buz kesmesi’ hikâyeleriyle dolu. Kayda geçenler şunlar:

• 401 yılında Bizans İmparatoru Arkadius zamanında donma 20 gün sürdü.

• 739 yılında yine dondu.

• 755 yılında Karadeniz kıyıları, bütün Haliç ve Marmara’nın kuzey kesimleri boydan boya dondu.

• 763 yılında Haliç’te kıyılar 100 adım mesafeye, 30 metre derinliğe kadar dondu.

• 928’de buzların erimesi dört ay sürdü.

• 1823’te 2. Mahmud döneminde hem deniz hem musluklardan akan su donmuştu.























Balıklarımız hala binbir tehlike atlatarak Boğazdan geçerler, ama en azından artık foklardan korkmalarına gerek yoktur. Evet, fok dedim. 1960'lı yıllara kadar fok balıkları Istanbulda yaşıyorlardı.
Tuzla ve Adalar kıyılarında üreyen fokların bir kısmı boğazdaki koylarda yaşardı. Hatta yalı iskelerinin altında foklara yem bırakmak için yerler oluduğu belirtiliyor. Yavru iken yakalan foklara Galata köprüsünde gösteri yaptırılırdı, örneğin 1960' a kadar Eminönü ayağında gösteri yaparmış Yaşar. Gerek kirlilik, gerek şehirleşme ile Istanbul fokları tarihe karıştı artık. Yanlız fok mu, en son yunus Istanbul'da ne zaman görüldü acaba, 16yy'da boğaz'da yunusların 200-300'lük sürüler halinde görüldüğü anlatılıyor. Istanbullu balıkçılar balıkları ağlarına sürdükleri için yunusları avlamaz, uğurlu sayarlardı. 1950lerde ise Karadeniz'de zıpkın ile avlanmaya başlanınca gerek Karadeniz'de gerek boğazda yunus neredeyse kalmadı.

Kalan yunuslar zaman zaman ada vapurlarına eşlik ederler zıplaya zıplaya. Fok ve yunustan sonra diğer bir deniz memelisi olan balinayı Moby Dick'te buluruz. Hayır, Kaptan Ahab'ın peşinde koştuğu beyaz balina Moby Dick'ten bahsetmiyorum, kitapta 10. yy'da Istanbul'da gemilere saldıran bir balinadan da bahsedilir. Herman Melville 1856'da gelir ve 6 gün kalır Istanbul'da, ama gemisine saldıran bir balina olmaz. Gene de Melville çok da yanılmaz Istanbul'da bir balinadan bahsederken, Sunay Akın'ın Kule Canbazı kitabında Ahmet Mithat Efendi'nin Bizans döneminde kıyıya vuran bir balinadan bahsettiğini öğreniyoruz. Aydın'dan yüzlerce yıl önce Istanbul'u ziyaret eden bu bahtsız akrabası kutsal sayılıp iskeleti Sarayburnu'nda kale duvarına asılır. Osmanlılar kule onarımı sırasında indirirler ama aynı yıl denizden balık çıkmayınca uğursuzluk geldiğine inanan balıkçıların isteklerini kırmamak için bulunabilen kemikler kale duvarına tekrar asılır.

15 Şubat 2011 Salı




Scala ile geldiği ilk sene çıktığı ilk maçta Pascal'a açtığı soldan orta,

Aynı yıl Barcelona'ya 3 atarken Overmans'ın sağından atıp solundan geçmesi ile doğan efsane

Ardından Ali Samiyen'de GS'nin 23 maçlık rekorunu tarihe gömen sol direk,

Aynı sene kazanılan şampiyonluk, 3-5-2'de 120 metrenin tek sahibi



Del Bosque'nin takıma gelmesi ve yine ilk 11, bir Avrupa kupası maçında attığı sağ ayaklı gol

J.Fran'ı ilk 11'den kesişi ve ülkesine geri gönderişi

Orta yapsam R.Madrid'e giderdim lakırdıları, ve sağ ayakla açmayı öğrendiği ortalar,

Taraftarla kapışması ve posta koyuşu, hırsından tekrar coşması,

Ali Tandoğan efendiden yediği kafa ve elmacı kemiğinin kırılması,


Tigana-Ertuğrul-Denizli yıllarının sol kanattaki değişilmezi

2-1'lik Liverpool maçında Bobo'ya verdiği yaprak ara pas ve gelen 2.gol

Denizli ile gelen şampiyonlukta oynadığı cengaver top,

11 senedir karşısına çıkan 111 farklı sağ açığı hayatından bezdirmesi,

Belki 1111'den fazla yaptığı sol bindirme,

Takım uyurken tek başına korner direğine kadar topu taşıyıp rakibine faul yaptırması,

....daha da gider...


Bir pazartesi akşamı, Mevlid Kandili, Sevgililer günü.. Hizmetlerinden dolayı kendini tebriği çok gören yönetim kurulu tarafından internetten yapılan açıklama ile Beşiktaş'tan ayrılış...

ve bundan memnun olan bir grup insan,

hayat işte böyle...

FORZA BEŞİKTAŞ

24 Eylül 2010 Cuma

Mutlu Yıllar Quaresma


Tarih 3 Ekim 2007.

Bir adam çıkıyor Şeref Beyin çimlerine, lakabı Harry Potter, Portekiz'de tozu dumana katan adam. Yer yerinden oynarken, son dakikalarda biz nefesimizi tutmuşken, o bizim nefesimizi kesiyor. Ağlara gönderiyor topu. Sergilediği muhteşem futbol bir yana efendi hareketleriyle dikkat çekiyor. Maç bitiyor o adam soyunma odasına gitmeden evvel formayı golü attığı rak,p takım taraftarına atıyor, onlara hayran kalarak tünelin karanlığında kayboluyor... Yıllar sonra Beşiktaş formasını giydiğinde ise bunu şöyle anımsıyordu; "Porto formasıyla inönü'ye çıktığım maç unutulmazdı. Çünkü deplasmandasın son anda gol atıyorsun ve bütün stad seni alkışlıyor..."

Sonra tam 3 yıl...

3 yıl boyunca Beşiktaş taraftarı onu hayranlıkla izliyor. Bu 3 yıl içerisinde o adam dünyanın en yetenekli oyuncularından biri olarak Inter'e gidiyor. Ama o duygusal genç orada mutlu olamıyor, bunalıyor, yitiyor aralarında. Haziran 2009'a geliyoruz. Biri fısıldıyor onun adını bir gece ansızın. Ve işte öyle başlıyor taraftarın ona olan yadsınamaz aşkı.

Kim önerilse istenmiyor. Kim teklif edilse istenmiyor. "O gelsin, sadece Quaresma gelsin. Başkası gelmesin." Önce şampiyonluk kutlamalarında bağrılıyor ismi, sonra 3 ay boyunca gece ve gündüz her ortamda. Ama olmuyor, o adam gelmiyor. Hayaller bir kez daha kül oluyor.

Şüphesiz dünyada bir ilk oluyor. Bir kulübün taraftarı daha önce kendi formasını hiç giymemiş olmasına rağmen bir oyuncunun gelmesi için resmen baskı yapıyor. Onun ismi geçen tezahüratlarla mesaj veriyor.

Aradan 8 ay geçiyor. Sabah kalkıyoruz gazetelere bakıyoruz. Tarih 16 nisan. Beşiktaş yönetimi Quaresma için İtalya'da! Yine o heyecan tüm yüreğimizi kaplıyor, soruyoruz "Ya bu sefer olursa?"

Uykusuz geceler, ümitler, gelmesi için edilen dualar... Tam kopma noktasına gelmişken umutlar, bir pazar günü öğlen vakti onun adı geçiyor dünya ajanslarında Beşiktaşlı olarak. İnanamıyor kimse, dünyanın en yetenekli adamlarından biri, taraftarın daha gelmeden gönül koyduğu esmer çocuk artık siyah-beyaz formayla estirecek rüzgarını.

Ve İstanbul'a basıyor ayağını hemde en şaaşalısından. İlk sözleri "Beşiktaş için kanımı bile akıtacağım" oluyor. Beşiktaş taraftarı ise biliyor ki, yapacak, ona inanıyor. Çünkü hep inanmıştı. Ve aradan geçen 4 ayda ona bu kez daha bir fazla, daha bir yürekten inanıyor.

İnönü stadına çıktığı anda gözleri parlayan, taraftarlar arasında muhteşem bir çekim olan, forması için arması için canını dişine takarak bir mücadele veren asil adam. Beşiktaş formasıyla efsane olacak, ileride torunlarımıza gözlerimiz bir noktaya dalarak anlatacağımız sihirbaz adam.

Portekiz basınına "Beşiktaş bana Inter'de kaybettiğim futbol oynama coşkusunu geri verdi" diyen adam.

"İmza törenimin olduğu gün, hayatıma damga vuran olaylardan biriydi. Ben o gün kendimi Beşiktaşlı, onlardan biri gibi hissettim.", "Bir futbolcunun isteyeceği en yüksek seviye sahaya girdiğinde tüm stadın ismini bağırmasıdır. Ben bunu Beşiktaş'ta yaşadım." diye aşkının bizler kadar olduğunu ifşa eden adam.

Fenerbahçe maçında saha kenarına geldiğinde kendisine küfreden Fenerbahçe taraftarına armasını göstererek en asil cevabı veren adam.

"Savunma yapmıyor" denilene inat, Şeref beyin çimlerinde kaptırdığı topu 70 metre kovalayan adam.

"Vikingur maçında penaltıyı kaçırdığımda başımı kaldırıp taraftara bakamadım. Ama onlar hala benim adımı bağırıyorlardı, inanamadım" diyen adam.

Ve ondan bir sonraki maçta topu ağlara gönderip taraftara borcunu ödemek için adeta yırtınan, attığı golden sonra çılgınca taraftara koşarak "güzel futbolcu golden sonra tribüne koşandır" tezini ortaya koyan, formasına sımsıkı sarılarak, öpen adam.

İnsanların hakkını veren bayram olduğunu öğrenince Ümraniye'deki personele cebinden yardım yapan, hakkı her zaman veren takımın asıl "işçi"lerinden Süreyya ile abi-kardeş kıvamında dost olan adam.

Beşiktaş bu sezonki tek yenilgisini alırken, maçın sonlarında bile depar atan, skoru değiştiremediği, takımı yenildiği için nerdeyse ağlayacak gibi bakan adam.

Kendisine sorulan soruya; "Beşiktaş taraftarı beni, ben Beşiktaş taraftarını coşturuyorum" diye cevap veren "taraftar" adam.

Beşiktaş'a imza attığın gün sen yeniden doğdun,
Ama bir tarih daha var ki; 26 Eylül 1983, o gün gözlerini açtın.

Kimsenin inanmadığı anda sana inan biz,
İnandığımız gerçek seni bizlere gösteren sen.

Oynadığın futbol bir kenara adamlığınla ruhunla bu taraftarın efsanesi olmaya aday olan sen,
Seni kalbimizdeki en güzel yerlerin birinde tahta oturtan biz!

Bundan böyle ne olursa olsun,
Sakın korkma, bu taraftar her zaman ama her zaman yanında!

Uzun lafın kısası,
Doğum günün kutlu olsun can çocuk,
Seninle gurur duyuyoruz!

İyi ki geldin,
iyi ki buradasın.
Birlikte nice yıllara...

ALINTI : Mehmet Guren ( FORZA BESIKTAS )

1 Eylül 2010 Çarşamba

Fare Yüreği


Bir Hint masalına göre, kediden korktuğu için devamlı endişe içinde yasayan bir fare vardır.
Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür.
Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya baslar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok.
Onu eski haline döndürür. Ve der ki,”Sen cesaretsiz ve korkak birisin.
Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.”
Ünlü yazar Shakspeare, bu konuda söyle diyor :
“İnsanların çoğu Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için...

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Robinho Transferi Rüya Oldu


Sabaha karşı kendimi İnönü Stadyumu'nun altında bulunan Kartal Yuvası önünde buldum, yaklaşık 100 kişilik bir Beşiktaşlı grubu adeta gece nöbeti tutuyordu. Tanıdık simalarda vardı tribünden arkadaşlar. Ellerinde pankartlar, ''Başkan Robinho nerede'', '' Resmi sitede görene kadar '', vs.


Bense kalabalıgın arasına yavaşça karıştım, stad önündeki bu kalabalık beni adeta içine çekmişti, kimler yoktu ki?? Necip Uysal'dan İbrahim Üzülmez'e yani 7 de 70 e herkes oradaydı. Futbolcularımız imza dagıtmaya başladılar bir anda kartal yuvasında..

O sırada Başkan ve ekibi ( S.Adalı C.Zülfikaroğlu ) ne hikmetse stadın hava alanının çıkış kapısı gibi bir yerden çıktılar :) herkes etraflarını sardı.. O sırada lisedeki ögretmenlerimden birini gördüm, sözüne güvenilir bir insan oldugu için oradaydı sanırım.. Bana gülerek '' Geliyor merak etme'' dedi.. Başkan ise yüzünde o tanıdıgımız tebessümü ile yürüyordu.. Soruları yanıtsız bırakana kadar.. Sonra bir anda bir sandiviç dükkanına girdik. İçerde ki arkadaş hiç yabancı degildi. Bizim Aytek Teoman'ın mekanı.. Başkan tam içeri girerken ben seslendim...

- Başkan Robinho gelsin artık yeter.. Gelirse bütün ürün çeşitlerinden birer tane alacagım...

Başkan döndü ve umutsuz konuştu :

- Olmuyor, böyle söylemekle olmuyor, büyük paralar lazım, bizim o kadar paramız yok, almayacagız dedi..

Hiç inandırıcı bir tavrı yoktu, arkasından tekrar seslendim..

- Başkanım bakın bu kombinem, bu taraftar kartım, üzerimde forma var lisanslı, dergiye de üyeyim, ne satıyorsanız alıyoruz getirin şu adamı dedim...

Başkan gülerek içeri girdi ve o sırada uyandım... Saate baktım 08,30 suları.. Hemen haber sitelerine baktım bir gelişme yok. Sagolsun forza gece nöbetçileri yine getirmişler Robinho'yu...

Ee ne diyelim resmi sitede görene kadar hiçbir rüyaya inanmıyoruz :)))

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Yıldızlarda Kayar Durmaz Yerinde

Beşiktaş forması ile bir gram ter akıtmamış bir oyuncu için üzülüp kahrolacagıma Fink'in müthiş bir arzu ve istekle oynadıgı bir maçta kacırdıgı golün üzüntüsünü yaşadıgı anı izler mutlu olurum. Bu ülkeye gelipte takımına büyük ve farklı bir başarı kazandırmış kaç yıldız isim var.. Sadece Hagi farklı bir başarıya yardım etti o kadar. Benim için Beşiktaşlı olmak yeterli..

Bir an öldüğünüzü düşünün. Bir daha hiç bir Beşiktaş maçını izleyemediginizi.. Size deseler ki tekrar dünyaya gideceksin ama Uğur İnceman ve Serdar Özkan'ın banko oynadıgı bir Beşiktaş'ı izleyeceksiniz... Ne yapardınız?? Beşiktaş sahaya çıkıyor ve siz onu izliyorsanız gerisi teferruattır.. Gerisi üzülmeye degecek degildir. Ben Beşiktaş'ı seviyorum. Beşiktaş'ın elbisesini.. İçinde ki bedeni degil ama ruhu seviyorum...

3 Mart 2010 Çarşamba

Mustafa Denizli'ye Bıraksın Diyorlar!!


Evet hocam sen bizi bırak.


Kendisi ile en ufak bir alakası olmayan gençleri "o keşfetti" diye yücelttiğimiz hocalarımız olsun tekrar.

Senin başarını görmemek için neredeyse koca bir ligi ve ŞL'ini inkar edecekken, onlara efsaneler yaratalım, sıfırdan, hayali.


Ne oynattığı çok belli (Adem Dursun şişirsin, Youla indirsin sonra Zan şişirsin, Nobre indirsin taktiği) hocaları başımızın tacı edelim, milyon Euroları saçalım, getirdikleri "Fortis Kupası zaferleri" ile kendimizden geçelim, sarhoş olalım.


"2.5 yıl yetmezdi be, bir 2.5 yıl daha kalacaktı" diye de ardından ağıtlar yakalım. Zago'nun getirip, Demirören'in arkasında durup göndermediği Bobo'yu onun keşfettiğini ve yıldız yaptığını iddia edelim.Senin İran kariyerini her dem karşına çıkaralım da işsiz kalan, sonra da Suudi Arabistan'a giden adamları "büyük hocaydı" diye ilah yapalım.

Dünyanın en büyük kulübü ve bütçesi ile yakalanan ve asla başka bir takımda tekrar edilmeyen başarıları istikrardan kabul edelim de senin ilk senenden son senene dek farklı kulüpler ile kazandığın başarıları nasıl inkar ederiz, onun yollarını düşünelim.


Bu takım son 20 yılda altyapısından Sergenler, Nihatlar, Sergenler, Nihatlar (başka isim olmadığı için tekrar edelim, kalabalık görünsün), Sergenler, Nihatlar çıkarırken sen bir tek oyuncu çıkaramadın.

Bak diğerlerinin Mehmet Sedef'i tozu dumana katıyor hoca.

Can Erdem'i Kocaeli'nin elinden zor kurtardık, Barca'ya satmak üzereydiler.

Onu oynatmıyorsun. Bursa kapımıza geldi, Batu'ya karşılık Sercan + 5 milyon Euro önerdi, vermedik,

Ali Kuçik için de İnter-Bayern kapışıyor.


Sen hangi genci çıkardın? Hiç.


Sen git Çeşme'ye, bu döneme kadar bize aslanlar gibi top oynatan, her türlü krizi süper idare eden, Messi'yi altyapımızdan çıkartan hocalarımızdan yeni bir tanesi gelsin.